Welcome to Our Website

Şehir ütopyaları

Şehirlerimizin içinde bulunduğu kaos ortamının bugünkü kanun ve kurallar ile hâlledilmesinin mümkün olmadığı gibi, kaosun giderek artmasına neden olacağı açıktır. Geçmişin önerilerinden faydalanarak şehirlerimiz için yeni bir gelecek oluşturmanın şart olduğunu düşünmekteyim.

Çoğu zaman antik dönem yazarları şehir oluşumu ile devlet oluşumunu birbirinin içine girmiş tanımlar olarak açıklamaktadırlar. Özellikle antik dönem Helen düşünürleri, büyük oranda kendi yaşadıkları ortamı oluşturan site şehirlerini değerlendirerek, şehir düzeni ile devlet düzeninin iç içe geçmesine neden olmuşlardır. Belki de haklıdırlar, çok daha sonraları gündeme gelen “Devletin düzeni, şehirlerin düzenini gösterir” düşüncesi, onların düşsel şehir oluşumları için öncelikle devlet düzeninin sağlıklı olması gerektiği konusunda çalışmalarına neden olur. Daha sonra göreceğimiz gibi tüm düşünürlerin ütopik şehirleri nedense birer ada üzerinde yer alan ve çoğunlukla şehir devletinden veya devletçiklerinden oluşur.

Güneş Adaları

Şehir yaşantısı ve şehir oluşumu erken dönemlerden itibaren düşünürlerin ilgisini çeker. Bu konudaki en erken ve ilginç ütopya hiç şüphesiz Jambulos’a aittir. Nerede ve ne zaman yaşadığından emin olamadığımız Jambulos’un eserini bize Diodorus Siculus aktarır. Bir tüccar olan Jambulos ticaret için gittiği Yemen’den kaçırılarak Etiyopya’ya getirilir. Etiyopyalıların geleneği gereğince bir sandala bindirilerek Hint Okyanusu’na bırakılır. Denizde dört ayı aşkın serüven sonrası bir adaya çıkar. Ada halkı hem bedensel özellikleriyle hem de gelenekleriyle Jambulos’un yaşadığı topluma göre çok farklıdır. 300-400 kişilik klanlar hâlinde yaşayan ada halklarının oldukça değişik, 28 harften oluşan bir dili vardır. Birbirine eşit mesafede, aynı gelenek ve göreneklere sahip yedi adadan oluşan bu topluluk mensuplarının yaptıkları işler sürekli değişmektedir. Herkesin düzenli bir günlük programı olup kimin ne zaman ne yiyeceğinin dahi belli olduğu bir yaşam düzeni hâkimdir. Genelde, ütopik bir toplum düzeninin anlatıldığı bu öyküde “Güneş Adaları” şehirlerinin oluşumu hakkında herhangi bir bilgi verilmez.

Atlantis

Platon’un (MÖ 427-347) “Atlantis Efsanesi” ise bize hem bir şehir yönetimini hem de şehir oluşumunu tarif etmektedir. Poseidon tarafından kurulan şehir Atlantis’in ortasındaki bir tepenin üstünde yer almakta olup, iki kez karayla, üç kez de suyla çevrilidir. Giderek nüfusu artan Atlantisliler, bir süre sonra kent merkezinin dışarı ile irtibatını sağlamak için su çemberini aşan bir yol inşa ederler. Daha sonra kentin denizle bağlantısını sağlamak amacıyla 90 metre genişliğinde, 30 metre derinliğinde ve 10 kilometre uzunluğunda bir kanal açarlar; böylelikle en büyük gemiler bile rahatça kentin limanına ulaşır. Platon, kenti çevreleyen kara ve deniz çemberlerinin genişliklerini de bildirir. Kentin tam orta yerinde etrafı altından yapılmış duvarlarla çevrili olan Poseidon ve Kleio’ya adanmış tapınak bulunmaktadır. Bu tapınak 200 metre uzunluğunda, genişliği ve yüksekliği 150 metreye ulaşan devasa bir yapıdır. Tapınağın hemen yanında ise imparatorun büyüklüğü ve tapınağın haşmetine uygun nitelikte bir kraliyet sarayı bulunmaktadır. Birbirinden ayrılmış bahçe ve oyun alanları, at yarışları için düzenlenmiş 200 metre uzunluğunda yarış alanı, muhafız birliklerinin konutları, tersaneler adanın diğer anıtsal yapılarıdır. Platon’un bu düş şehri 2 bin 500 yılı aşkın süredir insanlığın ilgisini çekmiştir. Varlığı ise günümüzde de sürmekte olan tartışmalara neden olmuştur.

Platon ve eşitlikçi devlet

Platon’un “Eşitlikçi Devlet Üzerine” isimli denemesi ise bir kentin nasıl kurulması konusundaki öğütlerini içerir. Yasa koyucu kenti, olabildiğince ülkenin merkezine kurmalıdır. Ardından tanrılar için, etrafı surlarla çevrili ve kale olarak isimlendirilen bir tapınak inşa etmeli, burayı merkez alarak hem kenti hem de ülkeyi on iki bölüme ayırmalıdır. Sonra bütün toprağı 5 bin 40 paya bölmeli, herkes payının yarısını yakın, yarısını uzak bölgelerde edinsin diye bu 5 bin 40 payın her biri ikiye bölünerek çekilişe sunulmalıdır. Platon’un yeni kurulmasını istediği kent, günümüz aile yapısı göz önüne alındığında (4×5040=20160), ortalama yirmi bin kişi civarında dönemi için büyük bir şehirdir. Platon “Yasalar” isimli kitabında on ikiye bölünmesini daha da ileri götürerek; her devletin on iki parçaya bölünmesini ve bu on iki parçanın her birinin merkezine yakın bölgede bir yerleşme kurulmasını önerir. Yeni yerleşmelerin merkezine ise öncelikle tanrıların tapınakları kurulmalıdır.

Aristoteles

Aristoteles, Kadıköylü Phaleas’in “Eşitlikçi Devlet Tasarısı” isimli çalışmasının bu konudaki bir ilk olduğunu söyler. Phaleas, bir devlet/şehirde mülkiyet ilişkilerinin iyi düzenlenmiş olması gerektiğini belirtir. Bu nedenle yurttaşlar arasındaki mülkiyetin eşit olması gerekir. Ancak zaman zaman mülkiyet eşitliği de yetersiz kalabilir, yasa koyucu sadece mülkiyet eşitliğini sağlamakla kalmamalı, aynı zamanda ortalama bir yaşam düzeyi de gözetmelidir. Bunu sağlamak içinse her toplumda iki şey; mülkiyet ve eğitim eşit olmalıdır. Ancak tüm bunlara rağmen ihtirasın doğası sınırsızdır ve insanların çoğu bunu doyurmak için yaşar. Phaleas’in şehir oluşumu hakkında herhangi bir fikir ileri sürmez. Onun için öncelikle gerekli olan toplumun düzenidir. “Onur açısından sıradan insan, soyluya eşittir.” Anlaşılan yazar, “Önce toplumda düzen sağlanmalıdır ki, şehirler de düzenli olsun!” diye düşünmektedir.

Hippodamos

Devlet yönetimi konusunda yeterli deneyimi olmadığı hâlde, en iyi devlet düzeni üzerinde çalışma yapanların ilki hiç şüphesiz Miletli Hippodamos’dur (MÖ 498-408). Hippodamos’un kenti on bin adamdan (aile) oluşmaktadır. Bu kent silahlara sahip savaşçılar, zanaatkârlar ve köylüler (çiftçiler) olmak üzere üç ana bölümden meydana gelmelidir. Bu şehrin üretim yapılan toprakları da üçe bölünmelidir; dinî-kutsal topraklar, toplumsal topraklar, kişisel topraklar. Helen kültürü içindeki bu üçlü bölünmenin temeli Atina’nın efsanevi Kralı Theseus dönemine kadar geriye gider. Atina’nın erken döneminde Theseus, küçük yerleşmeleri birleştirerek güçlü bir krallık oluşturur. Bu dönemde kabul edilen üçlü bölümleme; asiller, çiftçiler ve zanaatkârlar olmak üzere belirlenir. Ancak toplumun bu tür sınıflara ayrılmasının başlangıcının bizleri Sümer uygarlığına kadar erken döneme götürdüğünü de unutmamamız gerekir. Hippodamos’un bu plan anlayışı Anadolu’nun bir diğer ucunda Van, Zernaki Tepe’de uygulanır. Batı dünyası için hemen her şeyin başlangıç kabul edildiği Helen dünyasının geçmişin Orta Doğu’sundan devşirildiğini bilmekteyiz. Tüm dünyada egemen olan, daha eski toplumlar ve onların günümüze miras bıraktıkları birikimleri görmezden gelmenin hiçbir anlamı yoktur. Kültürler başkaca kültürlerden etkilenmiyor, onları geliştirmek için çaba sarf etmiyorlarsa zaten kültür olarak adlandırılmaları mümkün değildir.

Şehir ile ilgili ütopyalar, yüz yıllar boyunca hemen her toplumdaki düşünürlerin yeni bir şehir modeli için fikirler geliştirmesine yol açar. İlk çağın şehir ütopyaları İslam düşünürlerini de etkiler. Başta Fârâbî olmak üzere pek çok düşünür bir İslam şehrinin nasıl olması gerektiği konusunda öneriler geliştirir. Daha sonra Orta Çağ’da Thomas Moore, Francis Bacon, Tommaso Campanella, Savinien Cyrano de Bergerac gibi pek çok yazar ütopya üzerine eserler bırakırlar.

Günümüzden dört bin yıl önce toplum içinde başlayan sınıfsal ayrışma günümüzde hızla devam etmektedir. XV. yüzyılda başlayan ve XIX. yüzyılda teori düzeyinden uygulama düzeyine geçen sınıfsal hâkimiyet ve toplumun yönetimi konusundaki yeni uygulamaların sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Anlaşılan, insanlık var oldukça daha mutlu ve hayata daha güvenli bakmasını sağlayacak bir şehir ve yönetim modeline erişmek için çaba harcayacaktır.

Şehirlerimizin içinde bulunduğu kaos ortamının bugünkü kanun ve kurallar ile hâlledilmesinin mümkün olmadığı gibi, kaosun giderek artmasına neden olacağı açıktır. Ulusal ölçekte, hiçbir art niyet olmaksızın yeni şehir modellerine ihtiyacımız olduğu kesindir. Geçmişin önerilerinden faydalanarak şehirlerimiz için yeni bir gelecek oluşturmanın şart olduğunu düşünmekteyim. Bunun için yapılacak tek şey çalışmak ve yeni düşünceler geliştirmektir.

Bu yazımı kaleme alırken kitabından yararlandığım Sadık Usta’ya ve Van Zernaki Tepe fotoğraflarını benimle paylaşan Dr. Rafet Çavuşoğlu’na içtenlikle teşekkür ederim…

Sadık Usta (Der. ve Çev.), Platon’dan Jambulos’a Antikçağ Ütopyaları, İstanbul, 2005.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir